Kim demiş aşk filmlerini en iyi Fransızlar yapar diye… Artık biz de bu dalda yarışabiliriz. Issız adam İlk başta yavaş yavaş havaya sokan, ikinci yarısında ise artık elinde balyoz, kafamıza aşkın, sevginin pişmanlık kabul etmeyeceğini vura vura anlatan bir film. Aslında bu yazıyı birkaç gün sonra yazmalıydım, belki biraz daha duygu yağmuru dinmiş olurdu kafamda. Ama hiç bu kadar heyecan dolu oturmamıştım bilgisayar başına. Çağan Irmak belki Babam ve Oğlum’un gişe başarısını yakalayamayacak ama umarım son çevirdiği aşk filmi olmaz.
Film, bir metropolde geçen ( aslında mekan seçimleri çok manidar, İstanbul’un en bohem semtlerinde geçiyor) bir aşk öyküsü. Alper ( Cemal Hünal ) tek başına İstanbul’da ayakta kalmış ya da kaldığını sanan bir gurme, kız ( Melis Birkan) daha önce ki ilişkilerinden yıpranarak çıkmış, mütevazi bir kostüm tasrımcısı. Yolları bir şekilde kesişir ve aşk başlar.
Film bana birazcık Fransız filmlerini hatırlattı. Evlerin dizaynından tutun da, Alper’in mutfağına kadar ( belki de bu yüzden mekan olarak Cihangir civarı seçilmiştir ). Melis Birkan’ın oyunculuğunun filme katkısı bir hayli fazla, Cemal Hünal’da ona ayak uydurabiliyor. Bir iki cümle de Yıldız Kültür için söylemeliyim; yüzüyle o kadar güzel duygularını anlatıyor ki … Tiyatro kökenli olmasının getirileri bunlar, tebrikler.
Alper hayatı çok hızlı yaşayıp bitirmiş, bu sebepten dolayı yalnız, yalnızlığının ilacı ise seksin her türlüsü. Ama bir yanda da bu yaşamdan kurtulmaya çalışan bir yanı da var. Bu sırada hayatına giren Ada ( Melis Birkan), O’na aşık olmayı daha da önemlisi bu aşkı sevgiye dönüştürmeyi ( ki bu dönüşüm için ironik olarak seksi kullanıyor) öğretiyor. Alper sığınacak adayı bulduğunu düşünüyor. Öyle ki İstiklal caddesinde kalabalık içinde yürürken bile kimsenin sesini duymuyor. Sadece sığındığı adasını duyuyor ve görüyor.. Sevgi, Aşkın evrim geçirmiş halidir. Alper bu evrimi geçiremiyor, dediği gibi kanında ki mikrop buna engel oluyor. Aslında engel olan mikrop değil, biz erkeklerin bağlanma korkusu. Bir yanımız bağlanmak ister, diğer yanımız kaçmak… Alper de bizim gibi duygularını belli edemiyor, zırhının delinmesinden korkuyor. Aslında hiçbirimizin bir zırhı yok, biz korkuyoruz. Hangimiz Annemize, bir kez olsun onu sevdiğimizi söyledik ya da teşekkür ettik.
En büyük aşklar, kaybettiğimiz ya da bir türlü yaşayamadığımız aşklardır. Çünkü onları mükemmel olarak yaşamış olabileceğimiz ihtimali vardır. Günümüzde bir ilişkiyi uzun soluklu yaşamak çok zor. Dolayısıyla karşılıklı yaşanmamış, ya da erken bitmiş bir aşkı iç cebimizde hep taşımak isteriz. İşler ters mi gitti, olsun benim eski aşklarımın uzun soluklu, ayaklarımı yerden kesebilecek şekilde yaşanmış olabilmesi ihtimalim var. Ya bu tehlikeli durumdan kaçarak hemen yepyeni bir ilişkiye ( aşk demiyorum) başlar ve evlenirsiniz, ya da Eski aşkınız ruhunuzu tamamen sarmalar, hiçbir elin ona değmesine müsaade etmez. Ta ki tekrar birbirinizi görene kadar…
“Sen dizime yattın, ben bir hikaye anlattım ve sen büyüdün” Her aşk içinde bir hikaye barındırır ve her hikayenin bir sonu vardır. Anlatıcı aşkını anlatır, dinleyici aşkını dinler, masal bu ya, bazen mutlu bazen hüzünlü biter hikayeler. Ama hikaye bittiğinde ruhumuz bir yaş daha büyümüştür. Ruhumuzun yelkenlisi demir alır başka bir adaya…
Issız ada,
Issız adam.
Ada ıssız,
En sonunda
Adamın adası ıssız…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder