10 Ağustos 2009 Pazartesi

5.GÜN








Sabah 05.30 start verdik güne. Otelimiz yemekleri hariç şu ana kadar kaldığımız en iyi oteldi. Zorlu Grand Otel. Şehir merkezinde bir otel. Gece Trabzon şehir merkezini dolaştık. Taksim meydanında çay içtik. Ufak bir dondurma krizi yaşadık. Vanilyalı dondurma bulamadık. Trabzon şehri, tipik bir deniz kenarindaki Anadolu şehri. Minibüs bolluğu dikkatimizi çekti. Metrobüs gibi düşünün, bir sürü minibüs. Bugün de sabah bir aksilik yaşıyoruz, bir yolcu insülin iğnelerini unutmuş. Otele geri döndük. Saat 07.50, Zigana geçidine doğru yola çıktık. Yaklaşık 45 dakika yolculuk yapacağız. Değirmendere'yi solumuza alip dereyi takip ediyoruz. Değirmendere, yukarılara doğru Coşandere ,daha da ileride Meryem Ana deresi olarak isim değiştiriyor. Yine yeşil, yine dereler... saat 08.20, Maçka ilçesine girdik. İlce Trabzon'un iç taraflarında kalan ender ilçesinden biri. Eski ismi makçukaymış.Anlamı dağ yamacı demekmiş. 1924 yılına kadar Rumların ağırlıklı olduğu bir merkezmiş. Buna etken tabii ki manastıra yakınlığı. Mübadele sonunda bölgede rum kalmamış.




Zigana geçidine giderken sağ tarafta Vazelon manastırı var.Burası Sümela gibi ayakta kalamamış . Sümela manastırıyla aynı zamanlarda aktif durumdaymış. Daha cok vaftiz kayıtlarının yapıldığı manastır olarak görev yapmış. Zigana dönüşünde Hamsiköy'de sütlac yiyecegiz. Hamsiköy, beş köyün toplanmasıyla oluşmuş bir köy. İsmi buradan geliyor. Arapça beş hams demekmiş. Köy ipek yolunun duraklarından biri. Zigana geçidi açıllmadan Karadeniz'i doğu Anadolu'ya bağlayan yol Hamsiköy'den geçiyormuş. Tünel 1989 yılında açıldıktan sonra, onbir saat olan Erzurum-Trabzon arası dört saate düşmüş. Zigana Dağları 2700 metrelerde geçit verir. Geçitin uzunluğu 1700 metre. Hamsiköy'un ünlüsü sadece sütlaç değil, aynı zamanda Volkan Konak da Hamsiköy'lü.











Zigana tünelinin iki ucu arasinda 100 metre rakım var. Genelde bir ucu yağmurlu ise diğer ucu günlük güneşlik olabiliyormuş. Tünelden çıktığınız anda bitki örtüsü de değişiyor. Hamsiköy'de Saadettin Usta'nın yerinde meşhur sütlacı yedik. Ama neden meşhur anlayamadık. Bildiğimiz fırında sütlaç. Sütlaç burada ticari bir kaynak olmuş. Bu saatte yemeseydik daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Korkarım biraz kilo aldım. Ne kadar dikkat etsek de kaçıyor. Dünden kalan bir olay anlatayım; Ovit geçidinden aşağı inerken, bir otel var. İsmi Genesis otel. Yanlış anlamayın "Yaratılış" anlamına gelen "Genessis" değil, "Yine sis" anlamında Genesis.Yaratıcı Karadeniz insanı. Altındere milli parkına girdikten sonra, yolun geri kalan bir kısmını yine minibüslerle ve yine Sebastian Loeb'i kıskandıracak manevralarla geçtik. Yolda Sümela manastırını uzaktan fotoğrafladıktan sonra, minibüslerden indik ve yürümeye başladık.



Karadeniz'in çok fazla tarihi eseri yok. Bir Sümela manastırı, bir de Ayasofya. Sümela manastırının tarihi efsanelere kadar dayanıyor. Vaktiyle Atina'da bulunan Meryem Ana'nın ikonası durduk yerde kaybolur. İki tane dine yakın genç, bu ikonayı aramaya çıkarlar ve şu anki Sümela manastırının bulunduğu yerdeki büyük mağarada bulurlar. Burada bir ibadethane kurarlar. Daha sonra bir sürü irili ufaklı eklemelerle burası manastıra dönüşür. Manastır en şaşalı dönemini Kommenoslar döneminde yaşar. 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet Karadeniz'i fethettikten sonra manastırı koruma altına almıştır. Yavuz Sultan Selim, otuz küsür sene Trabzon valiliği yaparken burada yaralanmıştır. Rahipler manastırda kendisini misafir edip tedavi etmişlerdir. Yavuz Sultan Selim ise bunun karşılığı olarak dört adet altın şamdan hediye etmiştir. Zaten o dönem manastır bağışlarla yaşamını idame ettirmekteydi. 1924 yılına kadar aktif faaliyet gösteren manastır, bu tarihten itibaren boşaltılmış ve 1970 yılına kadar atıl durumda bırakılmıştır. Bu zaman zarfında çobanların konaklamak için kullandıkları yer olmuştur. Çobanların ısınmak için yaktıkları ateşten dolayı çıkan yangınla manastır ciddi zarar görmüştür. Sonradan yapılan restorasyonun da çok başarılı olduğunu söyleyemeyeceğim.



Şimdi burada bir saptama yapalım; Bizim dışımızda tüm Dünya'nın kültürel miras olarak görüp koruyacağı manastır içindeki fresklerin üzerinde yüzlerce isim yazıyor. Bunun psikolojik boyutu nedir, bilmiyorum ama tarihe geçmek isteyen sünger beyinlilere, bunun böyle olmayacağını anlatmak lazım. Vandalizmi bu kadar benimsemiş bir grup insan yüzünden topraklarımızın geçmişi yok oluyor. Biz fresklere geri dönelim. Öncelikle fresk ile ikona arasındaki farkı açıklamak istiyorum. İkona yerinden sökülüp götürülebilen resimlerdir, yani bir nevi tablo. Fresk ise duvarlara yapılan resimlerdir. Manastırdaki fresklerde insanlığın başlangıcından yani Adem ve Havva'dan itibaren oluşan gelişmeler anlatılıyor. Ademile Havva'nın yasak elmayı yemesi, İsaPeygamberin doğumu, vaftizci Yahya, İsa'nın arkadaşı Lazarus'u ölümünden üç gün sonra diriltmesi, 7. İznik konsülü gibi gelişmeler anlatılıyor.



İsmail'in de dediği ve benim de katıldığım bir tespitten bahsedelim; Herkes gçrmüştür manastırın uzaktan resmini muhakkak. Muhteşem sayılacak bir görüntüdür. Bu görüntünün tam tersini düşünün, iite manastırın içi bu kadar kötü. Buna sebep kötü restorasyon.


Şehir içerisindeki Ayasofya Kilisesine geldik. Kilisenin restorasyonla birlikte ortaya çıkan freskleri iyi durumda. Öncelikle freskler niye bu kadar iyi durumda ondan bahsedeyim. Fatih, 1461 yılında Trabzon'u fethettiği dönemde İstanbul'da olduğu gibi Ayasofya'yı cami yapmış. Kilisedeki duvarları da camiye uysun diye sıvamışlar doğal olarak. Böylece günümüze kadar freskler bozulmadan ulaşmış. Türkiye'de üç tane Ayasofya var; İstanbul, İznik ve Trabzon. Ayasofya ismi, "Kutsal bilgelik" anlamına gelen "Hagia sophia" dan geliyor. 1204 yılında İstanbul'un işgalinden dolayı İstanbul'dan kaçan Bizans beyliğinden iki soylu prens bu bölgeye gelir. Teyzeleri olan Gürcü prenses Tamara'nın yardımıyla kurdukları Kommenos Devleti bölgede hüküm sürer. Ayasofya fetih ile birlikte cami olmasının üzüntüsünü yaşayan rahipler,bu olaydan sonra siyah giymeye başlarlar. Ayasofyanın özlemini duyan rahipler Trabzon'daki kiliseyi yaparlar. Geri kalan hikaye ayni 1958-1962 arası restorasyon. Oncesi atıl durumda bir cami. 1964 yılında müze olmuş. Kilit taşı üzerinde doğuya bakan Kommenos'ların simgesi olan kartal kabartması var. Ve her sonradan camiye dönüştürülen yapılarda olduğu gibi girişte cin suresi yazılı.



Hristiyan dininde iki çok kutsal melek vardır. Bunlar Tanri'yla direk temasa geçebilirler. Bu iki melekten biri dört kanatlı, diğeri ise altı kanatlıdır. Bu kanatlardan ikisini uçmak için kullanırlar. Diğerleri yüzünde ve bedenindedir. Bu en yüksek mertebededeki meleğin ismi Seraphim'dir. İşte Ayasofya kilisesinin tavanında bu iki meleğin tasvirleri bulunur. Türkiye'de sadece burada va İstanbul'daki Ayasofya'da bulunur. Oradaki de yeni ortaya çıkarılmış ve burada seraphim'in yüzü de görünmektedir. Bu meleklerle ilgili beni bilgilendirdiği için Ümit arkadaşıma teşekkür ediyorum.






Miletoss'lular şehre ilk geldiklerinde Trabzon kalesini yamuk bir masaya benzetmişler ve bu anlama gelen Trapessus demişler. Günümüze kadar bu isim Trabzon olarak gelmiş.


Daha sonraAtatürk köşküne geçtik. Köşk 1898 yılında Rum Konstantin Kabayanidis tarafından yapılmış. 1924 yılında mübadele sonucu evini terketmek zorunda kalmış. Atatürk 1924, 1930 ve 1937 yıllarında Trabzon'u ziyarete gelmiş. Bu köşkü çok beğendiğinden kendisine hediye edilmiş. Atatürk'ün burada verdiği iki önemli karar var. 1937 yılında vasiyetini burada yazmistir ve yine 1937 yılında Dersim isyanında burayı karargahı olarak kullanmıştır. Hatta bu isyanı bastırmak için 1934 yapımı, üzerinde kendi yazısıyla taktiklerini yazdığı bir harita mevcut. Haritada o zamanlar Hatay bize bağlı olmadığından sınırlarımız dışında görünüyor. Atatürk'ün vasiyetine gelince, Atatürk tüm mal varlığını kendi halkına bağışlamış ama Atatürk ölünce devlet burayı manevi kızı Makbule Hanım'a devretmiş. Daha sonra 1943 yılında Atatürk müzesine dönüştürülmek üzere 10000 TL. istimlak bedeli ödenerek satın alınmış. Köşkte resim çekmek yasak olduğundan -ki bana göre doğru bir karar. Biz flaşsız resim çekmeyi bile beceremiyoruz- fotoğraf çekemedik. Ama müze oldukça iyi durumda. Çıktıktan sonra karayemiş hırsızlığı yapmaya çalıştık ama bulamadık.


Artık istikamet Fatsa. Otele kadar üç saatlik bir yolumuz var. Oteli ve gecirdiğimiz akşamı da yarın yazariz artık.



1 yorum:

  1. merhaba senin sayende karadenızden gelmemis gıbıyım ınsallah arkadasligımız herkesle devam eder cok guzel bır ekıptı gorusmek dilegıyle

    YanıtlaSil