4 Ağustos 2009 Salı

2. GÜN

06.30 da start verildi. Bugün de yağmurlu geçecek galiba. Kahvaltıdan sonra saat 08.00 da yola çıktık. İstikamet giresun kalesi ve Topal Osman ağa mezarlığı. Melet ırmağını geçtikten sonra doğu Karadeniz'e girdik. Irmağı geçtikten hemen sonra doğu ladini ormanları başlıyor. Buradaki evler arasında çok fazla mesafe var. Fındık, her yer fındık... Giresun'lular ile Ordu'lular anlaşamazlarmış. Giresun'lular Ordulu'lara gabakçı ( kabağı çok sevdiklerinden dolayı), Ordu'lularsa Giresun'lulara sırgancı ( Isırgan otunu çok sevdiklerinden dolayı) diyorlar. Giresun ile Ordu, Türkiye'nin birbirine en yakın ikinci illeri. Aralarındaki mesafe 44 km.
08.30 Giresun'un sınır ilçesi Piraziz'e girdik. Giresun dağları il sınırıyla birlikte başladı. Piraziz'den sonra Bulancak ilçesine girdik. Ama çok gelişmis bir ilçe değil. Karadeniz'e dökülen çaylar, nehirler alüvyon taşıdığı için, deniz burada kahverengi renkte. Bulancak'dan çıkarken çok güzel villalar yapılmış. Sabah saat 09.15 gibi Giresun merkeze girdik. Giresun kirazın anavatani. Vaktiyle romali komutan Lucillius ( bazı yerlerde Sezar olduğ da söyleniyor). Giresun'a geldiğinde kirazı çok beğenir ve ülkesine götürür. Oradan da tüm Dünya'ya yayılır. Dağların tepesinde apartmanlar var. Bunları buraya yapabilmek sanırım büyük bir maharet gerektirir ama bölge insanının müteahitlik yeteneğini düşününce onlar için bu binaları inşa etmenin çok zor olmadığını görüyorsunuz. Giresunspor stadı deniz kenarında. Giresunspor!a çotanaklar deniyor. Fındık meyvesi ağaçtayken, sert kabuğunu çevreleyen başka bir kabukla sarılıdır. Bu halde meyveler tek tek ya da birkaçı bir arada bulunur. Üç tane meyve bir arada olduğunda, bu forma "Çotanak" adı veriliyor. Daha fazlası bir arada ise bu kez de "Potak" deniyor (teşekkürler Ümit). Giresun da selin izleri hala görülüyor. Yollarda çamur birikintiler var. Sahildeki dükkanlari su basmış. şehir merkezinde yollarda çökmeler oluşmuş. Giresun üniversitesi sahil kenarında bir tepenin restore edilmiş tarihi bir bina. Giresun müzesi eski bir ortadoks kilisesi, 1924 yılında müzeye dönüştürülmüş. Küçük bir müze. Şimdi ki Çocuk kütüphanesi olarak kullanılan bina da eski bir ortadoks kilisesi. Mübadeleden sonra bu kiliseler atıl durumda kalmaktan bu şekilde kurtarılmış.


Giresun kalesine çıkmak için çok dik bir yolu kullanıyoruz. Kaptanımıza teşekkür edelim. Koca otobüsü küçük bir otomobil misali bu dar yllardan yukarıya çıkartıyor. Topal osman ağa'nın mezarı Giresun kalesinde. Zengin bir aileden gelen Topal Osman, savaşa gitmesin diye belli bir para ödediği halde balkan savaşına katılır ve bacağından yaralanır. Daha sonra 1.Dünya savasında Batum ve Harşit çayında Ruslarla savaşarak Rusları durdurmuş ve onların Tirebolu'yu işgal etmelerini önlemiştir. Daha sonra Giresun'da çetecileri toplayarak ve örgütleyerek Rum ve Ermeni çetecilere karşı savaştı.Mustafa kemal'in saygisini da kazanir. daha sonra M.Kemal'in koruma görevini üstlenen "Giresun gönüllüler taburu" nu kurar. Giresun'da belediye Başkanlığı da yapan topal Osman Ağa, Mustafa Kemal hilafeti kaldirirken ciddi karsi gelen trabzon milletvekili Ali Şükrü bey ile tartışır ve onu öldürür. Kırk yaşında Mustafa Kemal'in de onamasiyla idam edilir ya da öldürülür. Tarihte burası muamma olarak kalmıştır. Ama Mustafa Kemal'in emriyle Giresun'un en yüksek yerine anıt mezarı yapılır. Aslında Ali Şükrü Bey o dönemin muhalif seslerinden biriydi. Söylenenlere göre ilk başlarda vatanperver bir çizgi izleyen Topal Osman Ağa, daha sonra günümüz tabiriyle bir kontrgerillaya dönüşmüştür. Bu konuyla ilgili Murat Belge'nin bir yazısının linkini veriyorum;
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=187041







Saat 10.15, hava yine nemli sanırım yağmur yağacak. İsmail Giresun yerine Ordu'yu tercih ediyor. Ben de bu fikrine katılıyorum. Ordu daha güzel bir şehir. Üstteki resim Ordu Boztepe'ye nazire yaparcasınsa Giresun kalesinden çektiğimiz bir resim.Giresun'da gördüğümüz kedilerin bir kısmının kuyruğu kesik. Nerdesin PETA? Yola çıktık, istikamet Akçaabat. Yaklaşık bir buçuk saatlik yolumuz var.

Hamsinin tüm balıkların atası olduğuna inanılır. Bunu pekiştirmek adına Fuat Saka'nın hamsiye şarkısını dinleyebilirsiniz.

http://en.nartube.com/9762da8acf18197116a77d561c01455ffae69ea4.html

Karadeni'de hamsi balık değildir. Başka bir şeydir. Bu kısım tamamen rehberimiz Tümay Hanım'dan alıntıdır. Yanlış hatırlamıyorsam kendisi bir Karadeniz'linin evine konuk olmuş İki gün boyunca akşam yemeğinde balık yapmışlar. Üçüncü gün " sen balıktan sıkılmışsındır, sana bu akşam başka birşey yapalım" demişler. Ve akşama yemekte hamsi varmış.

Giresun'un şehir merkezi selden dolayı kötü durumda. Yollar çamur içinde. Giresun'da yapılaşma kötü, binalar çirkin. Şehir çöplüğü ise sahil kenarında. Gerçi yer olmadığından dolayı böyledir diye düşündük ama yine de sahilde olması hoş değil. Saat 10.50 keşap ilçesindeyiz. Yeşilin bu kadar güzel olduğu ilçede bir o kadar da yapilaşma çirkin. 11.20 Tirebolu'ya girdik. İlçenin adı ilçede bulunan 3 kaleden geliyor. Tripolis daha sonra Tirebolu olmuş. Doğu Karadeniz'de sanayi, bölgenin coğrafyasından dolayı gelişmemiş. Aslında bunu bir bahane olarak sunmamak lazım. İstenirse yer bulunur. Neticede deniz youlunu kullanabilirsiniz. Unutmayalım ki bölge tarihi ipek yolunun bir ayağının bittiği yer. Sanayinin olmamasından dolayı fındık bölge için altın kadar değerli olmuş. İnanılmaz, her taraf fındık. Yol boyunca Karadeniz'e dökülen onlarca çay var. Yağışlar dolayısıyla debileri oldukça yuksek. Görele'den geçiyoruz. Buradan itibaren horon ve kemençe kültürü daha fazla görülüyormuş. Giresun'un sahil kenarındaki ilçeleri birbirine benziyor.














Saat 12.15'de Akçaabat'da Nihat ustaya geldik. Menu Akçaabat köftesi, piyaz ve laz böreği. Akçaabat köftesini çok fazla beğenmedik. Laz böreğini, içinde peynir olan üçgen katlanmış şerbetli milfoy hamuru gibi düşünün. Fena değildi. Nihat usta çok temiz bir lokanta. Yine de favorim hala İnegol köftesi. Saat 13.30 Trabzon'dayız ama cuma günü gezeceğiz Trabzon'u. O yüzden şehirden direk geçip gidiyoruz. Trabzon limanının tarihde çok stratejik bir önemi vardır. Çünkü ipek yolunun denizle ilk bulustuğu yer, Trabzon'dur. Saat 13.50 ve biz Arsin'den geçiyoruz. Arsin'lilere akrep diyorlarmış burada. Sebebine gelince, bir akrep Arsin'liyi sokmuş ve ölmüş. Bu yuzden akrep diyorlar. Arsin'liler ise akrepi öldüren iki şeyin ateş ve şeker olduğunu, dolayısıyla kendilerinin şeker gibi insanlar olduklarını söylüyorlar ama Alaaddin Çakıcı Arsin'li...


Yeşilin her tonu var derken, insanlar abartmıyormuş. Bir metrekare bile kıraç toprak görmedim. 14.00 Sürmene'deyiz. Sürmene'de çok fazla konak var. Safranbolu'daki konaklara çok benziyorlarmış. Sadece yağmurdan dolayı saçakları daha uzun tutulmuş. Sürmene'den çıkarken çayları görmeye başladık. Artik Of'dayiz ve sadece çay görmeye başladık. Çay üç sürgün verirmiş, mayis, temmuz ve eylül. Dünya'daki diğer çay üretici ülkeler (sri lanka gibi) sıcak iklim olduğundan, bir yıl boyunca çay sürgün verir ama sıcak iklimde böcek olduğundan dolayı çaylar ilaçlanır. Bizde ise sıcaktan dolayı böyle böcekler olmadığından çaylar ilaçlanmaz, bunun sonucunda da organik çaya yakın çaylar içeriz. En güzel çay birinci sürgündeki çaydır. Saat 14.15'de Rize'ye girdik. Rize ve Trabzon arasinda rekabet inanılmaz boyuttaymış. Giresun'dan çıktınız, Rize'ye gidiyorsunuz. Sınır kabul edilen İğdere köprüsüne geldiğiniz zaman sizi indiriyorlar ve 53 plakalı minibüse biniyorsunuz. Rekabet bu seviyede. Çay toplayanları görüyoruz. Gerçekten zor iş.İnsanların neden çok ateşli olduğunu anlamak lazım. İkizdere'ye gidiyoruz.İkizdere çayını takip ediyoruz. Çay şu anda çamur gibi akıyor. Normalde böyle değilmiş. Sel burayı da vurmuş mısırlar sular altında kalmış. Yollar bozulmuş. İkizdere hidroelektrik santrali çalışmalarını görüyoruz. Devlet inatla yapıyor santrali sağolsun. Yazıktır bu doğaya. Eşsiz güzellikteki doğayı içten içe oyarak öldürüyorlar.


Yolda heyelan var diyorlar. O yüzden İkizdere'ye gidemiyoruz. Başka birgün gideceğiz. Rotamız Sürmene ve çay fabrikası olarak değişti. İkizdere ve Ovit geçidini perşembe tekrar deneyeceğiz. Umarım o zamana kadar yol açılır. Buradaki yeşili tarif etmeye çalışayım; dağı kaplayacak büyüklükte bir hali düşünün, bunu yeşilin her rengiyle boyayın ve dağlara serin. Sahil boyunca tepelerde ki köylerde camiler tüm evlere çok uzak. Tekrar Of'a geldik. Evler arasındaki mesafe de çok uzun. Özçay çay fabrikasını gezdik. Çok güzel kokuyordu. Çay da ikram ediyorlar. Tabii ki sonunda çay satın alıyorsunuz. Çayı nasıl demlememiz gerektiğini öğrendik. Dediklerine göre ne olursa olsun filiz çay kullanmalıyız. Su sadece bir taşım kaynatılır. Çünkü daha fazla kaynatılırsa, suyun içerisindeki oksijen azalır böylece çayın aroması ortaya çıkmaz. Buraya dikkat, bir taşım kaynatılan çay demliğe konulur ve üzerine çay atılır. Benim yaptığım gibi cayın üzerine su konmaz. sonra demlik bir havluyla sarılır ve yaklaşık 20 dakika sonra içilmeye başlanır. 50 dakikadan sonra da çay içilmez.

İstikamet Sürmene. Sürmene bıçaklarıyla ünlüymüş. Bıçakcıları gezeceğiz. Bıçakların en önemli özelliği yüzde yüz paslanmaz çelikten ve tek parça yapılması. Satıcıya göre bu bıçakları karadeniz'e atın yıllar sonra çıkarın paslanmadığını göreceksiniz. Sürmene'den de ayrıldıktan sonra, Rize'ye, meşhur Rize bezi almaya gidiyoruz. Bugün tüm alışveriş işlerini bitiriyoruz. Artık yarın yaylalara çıkmaya başlayacağız. Bugün hiç yorulmadık. Saat 17.25'de Rize'ye girdik. Bizi İyidere ilçesi karşılıyor. Burası küçük bir ilçe. Sahil boyunca bir suru tünelden geçiyoruz. Sahil yolundan konuşmak gerekirse, ulaşımı çok rahatlatıyor. Rehberin söylediğine göre önceden iki saatte geçilen yerler yarım saatte geçiliyormuş ama sahil ile şehir arasını da çirkince ayırıyor. Bunun yanında bugün bölgede sel baskınlarının en önemli sebeplerinde biri de, sahil yolundan dolayı yağmur sularının denize ulaşamaması. Siz karar verin iyi mi kötü mü diye. Şehrin girişinde "Bebek dostu il Rize'ye hoşgeldiniz" yaziyormuş. Bebek ölümlerinde en düşük orana sahip il oldugu için bu tabelayı koymuşlar. Rize'nin bilinen ilk ismi Risa, anlamı ise dağın kenarı demekmiş. Rize'de bölgedeki hemen hemen tüm şehirler gibi Milletosluların kurduğu bir şehir. Daha sonra bu bölgedeki şehir devletler, Medlerin saldırılarından korunmak için birleşip Likya birliğini kuruyorlar. Dolayısıyla Karadeniz'deki tüm şehirleri kuran milletoslular Likya devletini kuruyorlar. Rize'de çok modern bir stad yapılıyor. Deniz kenarında güzel bir stad. Binalar Trabzon'a göre daha düzgün. Çaykur'un bölgede kaç tane fabrikası var bilmiyorum. Nerdeyse her ilçede çay fabrikasi var. Zaimoğlu diye bir alışveriş merkezi var. Burada Rize bezinden puşiler, masa örtüleri falan satıyorlar. Ets turla gelip alışveriş yapanlar arasında otobüste çekiliş yapacaklarmış. Bakalım kime çıkacak. Cekilişte bize birşey çıkmadı. Zaten noter Nihat Beyan da yoktu, ciddi şüphelerimiz var. Artık otele doğru gidiyoruz. Rize Dedeman. Dedeman dediysem, siz de bizim gibi aldanmayın rehberlerin söylediğine göre kalacağımız en kötü otelmiş. Yemekten sonra da canlı müzik dinleyeceğiz ve gün bitecek. Bugünlük de bu kadar...

3 yorum:

  1. her karesi hatıralarla dolu...

    YanıtlaSil
  2. tatil sonrası yoğun birikmiş işlerle boğuşmak zorunda kaldım arada bulduğum zamanda buraya girip yazdığınız anılarla sanki tekrar geçen haftayı yaşıyorum elinize sağlık...

    YanıtlaSil